Nasıl anlatsam, nereden başlasam…
Umida Salih Dadaşbilge’yle düzenlediği atölyelerden birinde tanıştım. Annesinin, Biyolog, Dr. Aidin Salih’in Gerçek Tıp kitabını okumuştum ama kitapta önerilen açlık, karaciğer temizliği gibi temel uygulamalara bir şekilde cesaret edip başlayamamıştım. Dışarıyla bağımızın aralıklı olarak kesildiği yaklaşık iki yıl boyunca birçok insan gibi ben de daha dengesiz ve sık beslendim. Evde üretilen gıdaların karar vericisi olduğumuzdan yediklerimiz daha sağlıklı olsa da bedenimiz sürekli beslenmeyi sevmiyor.
Dolayısıyla benim Umida Salih Dadaşbilge’nin Açlık Atölyesi’ne katılmamın temel nedeni: Ne olacak bu kilolar? idi. Kilolar alınıyor, veriliyor; pek çok şey gibi bu da halloluyor. Bana akıllıca bir iş yapmışım dedirten nokta bu atölyede enine boyuna her şeyi konuşmamızdı. İyi kötü demeden bambaşka referanslarla yetişmiş beş kadın harika birkaç saat geçirdik. Beslenmeden frekanslara, hastane protokollerinden çocukları büyütmeye aklımızdan geçen her konuda konuştuk. Böyle durumlarda genelde atölyeyi veren kişi yönetici gibidir. Kişiliği de yöneticiliğe el veriyorsa o konuşur, diğerleri dinler. Konular akmaz, sıkışır. Belki yeni bilgilerle ayrılırsınız ama değişmezsiniz. Bizi yakınlaştıran, hepimizin konuşmasına fırsat veren ve uzlaşma alanı sağlayan, sağlamasa da bunu düşündürten, her ortam çok kıymetli. Bilerek ya da bilmeyerek kültür üretiyoruz böyle ortamlarda. Bir de huzur… İstanbul’un en sakin mekânlarından birinde heyecanlı ama telaşsız tavrıyla bildiği her şeyi aktaran Umida Salih Dadaşbilge’yle tanışın.
-Nasıl başladınız atölyelere?
. Bugün yaptığım işi annem hayattayken yapma ihtiyacım yoktu. Çünkü ben son derece sağlıklı bir ailede ve evde yetişmiş; hiçbir zaman ciddi bir sağlık problemi yaşamamış bir insandım. Çocuklarım da annemin kontrolündeyken, kontrol derken ben anneme sırtımı güvenli bir şekilde dayamış bir şekildeyken, daha çok yemeğe, görselliğe ve fotoğrafçılığa merak salan bir insandım. Holistik Mutfak hesabı yaklaşık dört yıl önce başladı. Hesap benim hesabım değildi bile; arkadaşımındı. Arkadaşım Ceren hayatını değiştirip holistik bir hayata geçtiğinde Holistik Mutfak hesabını kurdu ve bana : “Sen burada yazsana. Hem ben yazayım anlatayım, hem sen yaz anlat” dedi. Birlikte yazmaya başladık. Bir postum ben ve annemle ilgiliydi. Bu işe girmemin sebebi artık kaynağımın, annemin, olmamasıydı. Her şeyi dönüp ona sorduğum için gayriihtiyari ondan, bu durumdan bahsetmek istedim. Bu postla birlikte hesap çok ilgi görmeye başladı. Ve bir Aidin Salih tabanı geldi. Bu taban daha köşeli bir gruptu. Bir şaşkınlık oldu; bir sorgulama dönemi atlattık. Neden açık olduğum konusunda sorular gelmeye başladı. Baskın olarak benim üzerime yoğunlaşıldığı için arkadaşım hesaptan çekilmek istedi. Karşılıklı konuşarak: “Anlıyorum ki bu sana gelmiş bir sayfaymış, ben vesile olmuşum” dedi. Dolayısıyla Holistik Mutfak bana kaldı, kısmet olduğunu düşünüyorum. İlk sene kendimi anlatmaya dair bir süreç yaşadım. Bugün sayfaya baktığımda, Aidin Salih’in uzantısı olarak değil de, Umida Salih olarak anılmak beni memnun ediyor.
-Bize belli bir yaşam tarzını anlatıyorsunuz atölyelerde. Ve anladığım kadarıyla beslenme bunun önemli bir parçası
-Beslenme benim sistemimde her şeyi ifade ediyor. Biz beslenmeyi sadece yemek, doymak ve sosyal aktivite olarak görüyoruz halbuki sizin bütün varoluşunuzu temelden etkileyen bir şeyden bahsediyoruz. Bu sadece yediklerinizin kalitesi değil, yemeği pişirirken harcadığınız enerji ve yemeği pişirirken verdiğiniz enerji. O kadar holistik ve bütüncül bir konu ki yemek. Siz nasıl bu toprağa bağlıysanız, bu topraktan çıkanlar size fayda sağlar burada yaşadığınız süre boyunca. O yüzden biz şöyle diyoruz mesela: “Çok güzel pizza ama İtalya’daki gibi değil”. Olamaz çünkü o toprağın enerjisini taşıdığı zaman, o toprakta yediğiniz zaman, o havayla birleştiği zaman moleküler olarak bir bütün olduğu zaman güzel oluyor. Her şeyin temelinde yiyecek var. Hem manevi hem fiziki her şekilde aslında bizi yediklerimiz yönetir. Çünkü enerji kaynağımız, yaşam kaynağımız.
-Atölyelerinizde beslenme ön planda olsa da diğer başlıklarda da bir bütünlük var. Beslenme önemli bir parçası ama tüm yaşayışımız, temel konular konuşuluyor.
– Bu atölyeler neden var? Çok basit birkaç manevrayla yaradılış kurallarına uyarak son derece sağlıklı ve bağımsız yaşayabileceğimizi anlatmaya çalışıyorum. Çünkü bugün toplum olarak her şeye bağımlıyız. Her şekilde yönetiliyoruz. Yememizi içmemizi düzeltmezsek, beslenmemiz kötü olduğu sürece sağlıklı olma şansımız yok. Ve hasta olduğumuz sürece de bir sistemin kölesi hâline geliyoruz. Özgür olmak istiyorsak, hem zihinsel hem fiziksel olarak özgür olmak istiyorsak yapacağımız ilk iş yiyeceklere dikkat etmek, onları değiştirmektir. Tüm atölyelerde anlatmak istediğim temel olarak bu. Sağlıklı ve özgür yaşamak kolay. Buraya gelen birinin atölye sonrası soru sorması benim amaçlarımdan biri. Diğeri de bu atölyelerle birlikte, tek başına, kimseye ihtiyacı olmadan bir kişinin sağlıklı olabileceğini görmesi. Annemin de yıllarca anlatmak istediği buydu. Soru sorarak başlıyoruz atölyelerde. Türkiye’de soru sorma alışkanlığımız yok gibi. Bir de konuları birbiriyle bağlama alışkanlığını kazanmamız gerekiyor. Atölyelerde konuştuğumuz tüm konular birbirleriyle bağlantılı. Beslenme de bunun en önemli noktası.
-Rusçanız olduğu için ve Özbekistan’da büyüdüğünüz için o bölgeden kaynaklar paylaşıyorsunuz. Bir Doğu tıbbı ve Batı tıbbı karşılaştırması için değil ama iki bölgede beslenmeye, sağlıklı yaşama bakış farklılıklar gösteriyor mu?
-Özbekçe kaynaklara henüz erişemedim. Rus kaynaklarına daha kolay ulaşabiliyorum. Amerika ve Avrupa’da çok güzel bilgi veren kaynak kişiler var ama Ruslar daha detaya iniyorlar. Batılılar daha büyük resme bakarken, Slavlar, sadece Ruslar demeyelim, daha detaycı. Mesela karbonhidratla proteini neden karıştırmamalıyız konusunu en ayrıntılı onlardan okudum. Ama aşağı yukarı hepsi aynı noktada buluşuyorlar. Sistem içinde köleleştirildiğimiz anlamında hemfikirler. Sadece Avrupa’da, Amerika’da biraz daha sistemle uyumlu hâlde devam etme görülebiliyor.
– Bu kadar beslenmeden bahsettik. Siz hangi yemekleri yapıyorsunuz? Kaçamaklarınız var mı?
-Sağlıklı beslenmek, sağlıklı yaşamak bir temel. Ama bunun obsesif hâle getirilip mutsuzluğa sebep olmaması gerektiğine inanıyorum. Bu durum büyük bir psikolojik yük getirebilir. Siz eğer vücudunuzu temiz tutarsanız, yıllık arınmalarınızı yaparsanız, yüzde seksen gibi bir oranda düzgün beslenirseniz yüzde yirmi gibi, belki biraz daha az yüzde on beş gibi kendinize bir esneme payı bırakabilirsiniz. Ben yemek yapmayı, yemek yemeyi, dışarı çıkmayı ve dışarıda da yemek yemeyi çok seven bir insanım. Tabii ki her yerde yemek yemiyorum. Ama bir misafire gittiğim zaman, bana ikram edilen kekin içinde yüzde yüz margarin olduğunu bilsem de o ikramı geri çevirmiyorum. Böyle bir şeyi güzel bulmuyorum, insancıl bulmuyorum. Ve onu yiyorum. Evime giren temel malzemede ise yüzde yüz iyi malzeme olmasına dikkat ediyorum. Her zaman organik alma şansımız yok, zaten maddi olarak bunun altından kalkamıyoruz. Ki organik olanların da ne kadarı organik emin olamıyoruz. Biliyorsunuz, organik üretimde de belli bir seviyede ilaç kullanılabiliniyor. Yüzde yüz şekersiz ve unsuz besleneceğim diye bir prensibim de yok. Hiçbir şekilde glütensiz beslenmeyi yani yüzde yüz glütensiz beslenmeyi doğru bulmuyorum. Süt ürünlerinin de iyisini bulmaya çalışıyorum. Türkiye’de süt ürünlerinde en büyük sorun taze ürün tüketmemiz; onu hazmedemiyoruz. Ve tabii bir problem de mayalarda. Tabii genel sisteminizde tıkanıklıklar varsa, tedavi görüyorsanız tedavi sistemi içinde bu ürünlerden uzak durursunuz. Dolayısıyla bizim evimizde her şey pişer, ben çocuklarıma her şeyi yaparım. Keklerde pancar şekeri kullanırım, ama tarifte iki bardaksa yarı yarıya düşürürüz. Çocuklar kahvaltıda hiçbir zaman karışık yemez, bunu atölyelerde de anlatıyorum. Biz onları karmaşık yemeye alıştırıyoruz. Genelde iki buçuk öğün tüketiyoruz. Evde mutlaka kahvaltı yaparız. Çocuklar okulda mutlaka bir şeyler yiyordur diyerek kahvaltıya önem veriyoruz. Evde biz çay kahveyle öğleni geçiştiririz. Erken akşam yemeği hazırlarız. Beş buçuk altı gibi. Mesela dün Özbek pilavı vardı, bugün Haçapuri var. Tek bir çeşit yemek yeriz. Çocuklar akşam meyve yerler.
Kaçamak yaptığım zaman peynirle yapıyorum, çok seviyorum. Bir de ekmek. Ama peynir olsun da ne olursa olsun demiyorum. Mutlaka yaşlı bir peynir olmasına ve mayasına dikkat ediyorum, ekmeğime de dikkat ediyorum; herhangi bir ekmek tüketmiyorum. Bir de dondurma seviyorum. Butterfly’ın iki top naneli dondurmasıyla öğün yaptığım oluyor.
Umida Salih Dadaşbilge’nin Instagram hesabı @holistikmutfak. Atölyelerle ilgili bu hesaptan paylaşımlar oluyor.
Özbek Pilavı (6-8 kişilik ana yemek)
Hazırlanışı
Yaklaşık bir su bardağı zeytinyağını demir döküm tencerede ısıtın, ateşi yüksek ısıda tutmaya devam edin. Isınan yağda önce soğanları altın sarısı rengini alana kadar kavurun. Bu aşamada soğanların rengi hafifçe dönecektir. Ardından eti ekleyin ve etler mühürlenip kahverengi kabuk oluşana kadar ara ara kavurun. Eti iyice kavurduktan sonra üzerine havuçları ekleyin ve havuç da kavrulup hacminin yarısını kaybedene kadar yüksek ateşte kavurmaya devam edin. Tüm malzeme güzelce kavrulduktan sonra (özellikle bu kavurma işlemi yemeğe tadını verecektir) ateşi kısın ve tüm malzemeye bir parmağı geçecek şekilde kaynamış su ilave edin. Tencereye sarımsakları, kimyonu, tuzu ve karabiberi ekleyip kapağını kapatarak en kısık ateşte etler yumuşayıp tüm malzeme güzel bir şekilde harmanlanana kadar yaklaşık bir, bir buçuk saat pişirin. Etleri kontrol edin, ağzınızda dağılacak kıvama gelmesi gerekiyor. Etler bu kıvama gelmiş ise yıkayıp süzdüğünüz pirinci tencereye ekleyin ve kaşığın tersi ile tencerede yer bulacağı şekilde pirinçleri dağıtarak yerleştirin. Tenceredeki zirvak (su ile pişen tüm malzeme) pirincin üzerini bir buçuk parmaktan fazla kapatıyor ise su eklemeye gerek yoktur ancak su yetersiz ise pirincin üzerine bir buçuk parmak çıkacak kadar su ekleyin. Suyu ekledikten sonra tadına bakın, eksik tuz varsa ekleyin. Yaklaşık üç-beş dakika tencerenin kapağını açın ve harlı ateşte pişirin, pirinç suyu çekmeye başladığında tencerenin altını kısın ve yaklaşık kırk,kırk beş dakika çok düşük ateşte pilavı demlenerek pişmesi için bırakın.
Kırk dakika sonra kapağı açıp üstteki pirincin tadına bakın, pişip yumuşamış ise tencerenin altını kapatın. Kapağı kapalı bir şekilde yirmi dakika dinlendirin. Dinlenmiş olan pilavı güzelce havalandırarak tenceredeki diğer malzemeyle harmanlayarak karıştırın, etleri ayrı tabağa alın, iyice karışan pilavı servis kabına aldıktan sonra etleri küçük küçük kesip pilavın üzerine yerleştirin ve o şekilde servise çıkarın.
Afiyet olsun.
– Malzemeler –
- 4-5 adet kuru soğan (çok ince olmayan yarım ay şeklinde doğranmış)
- 5-6 adet orta büyüklükte havuç (ince jülyen doğranmış)
- 1 büyük baş ya da 2 küçük baş sarımsak (soyulmadan sadece kök kısmı kesilmiş ve yıkanmış olmalı)
- 1 kilo 500 gram kuzu eti (büyük parçalar hâlinde kesilmiş)
- Yaklaşık 1 su bardağı zeytinyağı
- 2 yemek kaşığı tane kimyon-Karabiber
- Tuz